Kategoriler: Genel

TİROİD HASTALIKLARI VE GLUTEN İLİŞKİSİ

GLUTEN, KRONİK ENFLAMASYON VE TİROİT HASTALIKLARI

Tiroit hastalıklarının nedeni bazen bağırsaklarda başlayabiliyor. Özellikle otoimmun tiroid hastalıkları (hashimato ve graves gibi) ve bunların neden olduğu hipertiroidi ve hipotiroidi, tükettiğimiz besinlerin bağırsağı etkilemesiyle alakalı olabiliyor.

Tiroit hastalıklarında genelde beslenme tarzı olarak glutensiz bir diyet öneriliyor, peki bunun tiroitlerle tam olarak ne ilgisi var. Olaya en başından bakalım. Öncelikle gluten; buğday, arpa, yulaf, çavdarda; bunlardan elde edilen tüm mamullerde ve bunlardan elde edilen unların kullanıldığı her besinde bulunan bir proteindir.

Glutenin ve gliadin, gluteni oluşturan iki parçadır ve problemin merkezinde bulunan parça gliadindir. Gliadinin sindirilmesi oldukça zordur ve tam sindirilemediği için de bağırsaklarda rahatsızlık meydana getirir. Şişkinlik, gaz, kabızlık, ishal gibi sorunlara neden olmasının yanı sıra bizzat kendisi bağırsak geçirgenliğini arttırmaktadır.

Bağırsağın geçirgenliğinin artması, bağırsak hücrelerinin arasında olan sıkı bağlantıların açılması ve mikrobiyomunun bozulmasıdır. Bağırsaklar her ne kadar besinlerin sindirildiği ve emildiği bir yer olsa da pek çok molekülü de kana geçirmeyen bir organdır. Örneğin sindirilmiş besinleri kana geçirirken; toksin, bakteri, bakteri artıkları ve çeşitli zararlı kimyasalları kana geçirmez. Eğer bağırsağın geçirgenliği artmışsa artık kana geçmemesi gereken maddeler de kana geçebiliyor demektir. Gliadin de bu şekilde bağırsak hücreleri arasından geçmemesi gerektiği halde kolayca geçer. İlk geldiği yer bağırsak epitelinin altıdır ve burada bağırsağın kendi bağışıklık elemanları bulunur. Bu topluluğa bağırsakla ilişkili lenfoid doku (gut-associated lymphoid tissue, GALT) denir. Gliadin burada ilk olarak bağırsak makrofaj hücreleri tarafından tutulur. Tutulmasının nedeni sindirilemediği için tanınamamasıdır. Tanınmadığı için de zararlı olarak algılanır ve “antijen” konumuna geçer. Antijen, vücuda girmiş olan zararlı ve tanınmayan yapılara verilen genel isimdir. Tutulmasının amacı ise hem yok edilmeye çalışılması hem de makrofajların yabancı bir molekülü tuttuğunu diğer bağışıklık hücrelerine haber vermek için bir işaret oluşturmasıdır.

Vücuda zararlı veya tanınmayan bir madde girdiği her vakit makrofajlar tarafından bu işaretler oluşturulur. Bağışıklık sisteminin savaşçı olan diğer elemanları olan T ve B lenfositleri bu işareti görür ve T lenfositleri vücudu alarm durumuna geçirir. Bunun için de “enflamatuvar sitokinleri” salar ve dokuda “enflamasyon” meydana gelmeye başlar. Yani bağırsakta enflamasyon başlamış olur ve glutene “sürekli” maruz kalmak “kronik enflamasyonu” da beraberinde getirir. Sitokinler hücreler arasında iletişimi sağlayan moleküllerdir. B lenfositleri de bu iletişim sayesinde enflamasyon bölgesine gider ve antijeni etkisiz hale getirmek için “antikor” oluştururlar. Bu antikorların amacı gliadini etkisiz hale getirmektir.

Gliadinin bir kısmı kana geçtikten sonra vücuda dağılır. Tiroit dokuda bulunan “transglutaminaz” enzimi ile gliadinin yapısı bir hayli benzemektedir. Bunun sonucunda da gliadini yok etmek isteyen antikorlar bu benzerlikten dolayı bir yandan gliadine saldırırken bir yandan da tiroit dokudaki transglutaminaz enzimine saldırır. Bu enzime saldırırken elbette ki tirot doku hücreleri de zarar görür ve dokunun belli bir kısmı artık işlev göremez, tirot hormonlarını üretemez. Yani vücudun kendi bağışıklık sistemi yine aynı vücudun kendi dokusuna saldırmaktadır. Bu duruma genel olarak “otoimmün hastalıklar” denir.

Tirot hastalıklarında otoimmünite önemli bir konu olduğu için tanı koyarken sadece T3, T4 VE TSH hormonlarına bakılmamalı, buna ek olarak tirot dokunun antikorları olan anti TPO ve anti TG değerlerine de bakılmalıdır. Tiroit doku, bağışıklık sisteminin saldırısına uğrarken belli bir süre T3 ve T4 hormonları normal sınırlar içinde seyredebilir. Bu yüzden hastalık erken tanı alamayabilir. Bireylerde tiroit hormonları (T3, T4 ve TSH) normal olmasına rağmen anksiyete, cilt rahatsızlıkları, saç dökülmesi, huzursuzluk, kas güçsüzlüğü, yorgunluk, sebepsiz kilo alma ve tuvalet sıkıntısı (özellikle kabızlık) belirtileri görülürse büyük ihtimalle haşimato başlamıştır ancak anti TPO ve anti TG bakılmadığı için anlaşılamamıştır.

Bu nedenle haşimato ve graves gibi otoimmun hastalıklarda asıl amaç belirtileri maskeleyen ve kök sebepleri göz ardı eden tedavi biçimlerini mutlak kaçış olarak görmek değildir. Asıl amaç hastalığı tetikleyen kök nedenleri bulmaktır. Otoimmün hastalıkların temelinde enflamasyon yatar. Bu enflamasyona çeşitli etkenler neden olabilir. Bunlar gluten, lektin, kazein, basit karbonhidrat, tarım ilaçları, genetiği değiştirilmiş ürünler, bol antibiyotik kullanımı, ilaçlar ve kozmetikler olabilir. Önemli olan vücudu bu etkenlere en az maruz bırakacak yaşam stilini benimsemektir.

Bir otoimmün hastalığında temelinde bir enflamasyon faktörü varken başka bir etken de bu enflamasyonu arttırmaya yardım edebilir. Örneğin bağırsaklarında gluten nedeniyle hasar oluşan kişilerde süt ürünleri ve şeker de zarar verici bir pozisyondadır. Bu nedenle glutenle beraber süt ürünleri ve şekerin de azaltılması enflamasyonu azaltmada oldukça etkili olacaktır.

Ketojenik diyet, tahıl ve basit karbonhidrat içermemesi ve süt ürünlerini ciddi şekilde azaltması nedeniyle gluten ve şeker alımını sınırlandıracağından haşimato tedavisi için oldukça etkili bir beslenme şeklidir.

Aralıklı oruç ile ketojenik diyetin birleştirilmesi (ketofasting yapılması) da enflamasyonu çok ciddi oranda azaltacaktır.

Yine aralıklı oruçla gluten ve laktoz içermeyen düşük karbonhidratlı beslenme modeli hem kilo kaybı hem de olumsuz semptomların azalmasında oldukça iyileştirici bir yöntem olacaktır.

Selenyum, T4 hormonunun T3 hormonuna dönüşmesini sağladığı için takviye olarak alınması tedavi içine dahil edilebilir. Yapılan çalışmalarda D vitamini tedavisinin tiroid antijenitesi ve tiroid fonksiyonu üzerine olumlu yönde etkisi olduğu görülmüştür.

Ayrıca D vitamini enflamasyonu azalttığı için de haşimato tedavisinde kullanılması yararlı olacaktır. Haşimatonun nedenleri arasında dolaylı yoldan geçirgen hale gelmiş bağırsağın etkili olduğunu söylemiştik. Glutensiz beslenmeye ek olarak probiyotik kullanılması bağırsak bütünlüğünü sağlayacağından ve geçirgenliği azaltacağından tedavi içine dahil edilmelidir.

Dyt Betül Kadıoğlu

 

alicandemiroglu

Son Yazılar

Ketojenik Diyet ve Kuruyemişler: Mükemmel Bir İkili

Ketojenik Diyet ve Kuruyemişler: Mükemmel Bir İkili Ketojenik diyet, düşük karbonhidrat ve yüksek yağ alımını…

1 sene önce

Magnezyumun Önemi ve Bilinmesi Gerekenler

Magnezyum ve Sağlığınız Magnezyum Nedir? Magnezyum, vücudun düzgün çalışmasını sağlayan önemli bir mineraldir. Vücut içerisinde…

1 sene önce

KETOJENİK DİYETTE SEBZE REHBERİ

KETOJENİK DİYET İÇİN SEBZE REHBERİ Keto yapanlar için sebzeler oldukça önemli. Ketozisten çıkmamak ve diyeti…

4 sene önce

KETOJENİK DİYETTE YENİLEBİLECEK VE YASAKLI BESİNLER

KETOJENİK DİYETTE NELER YENEBİLİR? Ketojenik diyet yağ ağırlıklı, proteinlerin yeterli alındığı, karbonhidratların alımının ise düşürüldüğü,…

4 sene önce

KOLAJEN REHBERİ

KOLAJEN NEDİR? FAYDALARI, TAKVİYE KULLANIMI Kolajen, insan vücudundaki cilt, tendonlar, bağlar ve diğer bağ dokularında…

5 sene önce

16/8 ARALIKLI ORUÇ REHBERİ

Oruç insanların binlerce yıldır dini, kültürel ya da sağlık amaçlı yaptıkları bir uygulamadır. Bugünlerde konuştuğumuz…

5 sene önce